Camın Öyküsü

Hayatımızın vazgeçilmezi olan cam yapımının başlangıcı için bir rivayet Plinius’un naklettiği şu hikayedir: “Suriye’de Fenikeliler zamanında Karmel (Carmelus) Dağı’nın alçak tepeleri arasında bataklık bir bölge vardır. Beleus Nehri’nin bu bataklıkta başladığı ve 8 km. aktıktan sonra Prolemais eyaletine yakın bir yerde denize döküldüğü sanılır. Bu nehrin suyu içilemeyecek kadar ağır olduğu halde kutsal sayılır ve kıyılarında dini törenler yapılırdı. Çamurlu birikintilerle dolu ve epey derin olması dolayısıyla nehrin dibindeki kum ancak suların çekilmesiyle meydana çıkardı. Bu kumlar dalgalarla çalkalanarak çamur ve yabancı maddelerden ayrılıp temizlenirdi. Kumun toplandığı kıyı boyu 1 km’den az olmasına rağmen, burası asırlarca cam yapmak için kullanılan asıl madenin biricik kaynağı olmuştur. Rivayete göre güherçile dolu bir gemi bu noktada demir atmış. Geminin tayfaları kıyıda yemek hazırlarken odun yakmak üzere ocak kurmak istemişler, fakat civarda taş bulamadıklarından gemiden getirdikleri güherçile ile ocak yapmışlar. Odunları yakınca kum ile güherçilenin beraber ergimesiyle o zamana kadar bilinmeyen saydam bir sıvının ocaktan sızdığını görmüşler. Böylece cam bulunmuş.” Plinius hikayesinin geçtiği yeri doğru seçmiş. Antik çağlarda Belus’un kumları çok meşhur idi. M.Ö. 2000li yıllarda, bugünkü Kaş Uluburun açıklarında batan bir gemide, INA (Institute Nautical Archeology) tarafından yapılan kazılarda günışığına çıkarılan birçok malzemeden biri de mavi cam külçelerdir. Bu cam külçeleri, sıvı haldeki camın kalıplara dökümü ile elde edilmiştir. Kalıbın şekli, taşıma sırasında az yer kaplaması için pide biçimindedir. Mezopotamya’da üretilmiş cam eserler ve yapım teknikleri çok kısa bir süre içersinde diğer merkezlere ihraç edilmiştir. Camdan yapılmış kaplara ilk olarak M.Ö. 16. yüzyıl sonlarına doğru rastlanır. Daha erken dönemlerde, camın soğukken işlenmesi ve taşçılar tarafından kullanılan tekniklerle kesilmesi, yerini bu dönemde camın sıcakken işlenmesini gerektiren kap üretimine bırakır. İlk kullanılan iç kalıplama yöntemiyle küçük şişe, bardak ve kadehler üretilmiştir. Bundan çok kısa bir süre sonra da cam ustaları, mozaik camdan bardak, kase ve plaka üretmek üzere ayrı bir kalıplama yöntemi geliştirmişlerdir. Camın ilk defa büyük ölçekte kullanılması Fenike’de M.Ö. 1000 yıllarında fildişinden yapılmış eşyalar üzerinde gerçekleştirilmiştir. Cam, fildişi üzerine kakma yöntemiyle işlenmiş ve çeşitli figürlerin, çiçek desenlerinin detaylarını vurgulayabilmek ve fildişine çok renkli bir görünüm vermek amacıyla dekoratif olarak kullanılmıştır. M.Ö. 5. yüzyılda balmumundan yapılmış veya balmumu sürülmüş tek parça olan bir dış kalıba, erimiş camın dökülerek şekil verilmesi anlamına gelen “lostvax” tekniği kullanan yeni endüstri, döneminin maden eşyalarını kopya ederek çok özenle yapılmış lüks sofra takımları üretmiştir. Hellenistik dönemde MÖ. 1. yüzyıla kadar iç kalıplama yöntemiyle üretilmiş geleneksel merhem şişelerinin yanısıra, yeni ve üstün bir teknik olan iki cam tabakası arasına altından bir levha (sandwich gold glass) konularak M.Ö. 3. yüzyılın ikinci yarısına tarihlendirilebilecek cam sofra takımları yapılmıştır. Bunlar, antik cam ustaları tarafından planlanarak tam set halinde üretilmiş ilk yemek takımlarıdır. Roma döneminde, cam endüstrisinin gelişmesiyle bağlantılı olarak cam ilk defa daha ucuza ve çok miktarda üretilmeye başlanmıştır. M.Ö. 1. yüzyılda üfleme tekniğinin bulunmasıyla cam, lüks bir meta olmaktan çıkmıştır. Cam, yaşamın birçok alanına girmiş; gündelik eşyaların yanısıra mozaik, pano ve dış cephe kaplamaları, pencere camı, arkasının metal folyo (altın veya gümüş) ile sırlanıp ayna gibi kullanılması Roma döneminde gerçekleştirilmiştir. Pomponius Mela, Mısırlılar’ın siyah camdan büyük heykeller yaptığını yazar. Plinius ise Ammon Tapınağı’nda zümrüt yeşili camdan yapılmış 4 metre boyunda bir Serapis heykeli ve sütundan bahseder. Lucius Severus kullandığı kadehe savaş atının ismini vermiş: “volucris” (hafif kanat). Petronius, Satyrikon adlı eserinde, “En iyi gereç camdır bence Koku üretmez kesinlikle Altına yeğlerdim ben camı, Kırılmayacak olsa hele” derken, aynı eserin bir başka bölümünde bu dileğine karşılık Trimalchios tarafından anlatılan şu hikayeyi nakleder:”Bir usta kırılmaz camdan bir kase yapmıştı. Caesar onu huzuruna kabul etti. O zaman kaseyi Caesar’dan geri aldı ve yere attı. Caesar çok korkmuştu. Fakat diğeri kaseyi yerden aldı; kasede aynen bronz kaplarda olduğu gibi bir göçük vardı. Cebinden bir çekiç çıkarak sükûnet içerisinde kabı düzeltti. Bu işi başardıktan sonra artık kendisini Jüpiter gibi hissetmeye başlamıştı. Bu duygusu, özellikle berikinin: ‘-Bu işi senden başka yapmasını bilen var mı?’ sorusu ile kuvvetlendi. ‘-Hayır’ diye cevap verdiğinde Caesar onun başını kestirdi. Çünkü eğer bu teknik herkes tarafından öğrenilseydi altın, pislik ile eşdeğer olacaktı.” Antik Çağ’ın cam ustalarından Ariston, Artas, Eirenaros, Ennion, Meges, Nikon, Tryphon, Jason, Senta Secunda, Sarhoş İbrahim Paşa, Mevlevi Mehmed Dede, bugün Paşabahçe Fabrikası’nda cam potalarının içindeki gece gündüz hiç sönmeyen alevlerden selamlıyorlar. Ve dilekleri her birinin; yüzyıllar öncesinden günümüze üflenip camda hayat bulan nefeslerin geleceğe, yüzyıllar ötesine ulaştırılması…

Türklerde camcılığın Selçuklulara kadar uzandığı bilinmektedir. Selçuklu saraylarında bulunan renkli cam parçaları, bu yapılarda vitrayların kullanıldığını açıkça göstermekledir. Osmanlılarda ise özellikle fetihten sonra İstanbul, camcılığın merkezi olmuştu. Dahası cam üretimi Osmanlılar döneminde önemli bir sanayi ve sanat dalı haline gelmişti. 17. ve 18. yüzyılda cam sanayii İstanbul’da Eğrikapı Tekfur Sarayı ve Baruthane civarında toplanmıştı. 1795 yılında Beykoz Çubukluda bir cam imalathanesi kurulmuş ve çeşm-i Bülbülleri ile ün yapmıştı. 1899’da Paşabahçe’de 900 işçi çalıştıran bir başka cam imalathanesi kurulmuş ancak dış rekabet karşısında 1902’de kapanmıştı. Cumhuriyet döneminde cam imalatı konusunda ilk girişim 1933 yılında Ziya Üçüncü tarafından Tekfur Sarayı civarında çay ve su bardağı üretimi amacıyla yapılmış, ancak bu deneme de uzun ömürlü olmamıştı. Bugünkü cam sanayiinin kuruluşu için temel girişim 1934 yılında, 3000 ton/yıl şişe ve bardak üretecek fabrika ile başlayıp, buna 2000 ton/yıl kapasiteli düz cam fabrikasının eklenmesini öngören 1. Sanayi Planında ele alınmış ve bu cam fabrikasının kurulma görevi Türkiye İş Bankası’na verilmiştir. Türk Cam Sanayii için dönüm noktası olan bu tarihten yaklaşık 16 ay sonra, Türkiye İş Bankası tarafından Fransız Stein firması sorumluluğunda Paşabahçe’de kurulan fabrika cam üretimine başlamıştır. Fabrika daha sonra 1936 tarihinde kurulan Türkiye Şişe ve Cam Fabrikaları A.Ş.’ne (Şişecam) devredilmiştir.

Şaheser Çelik  /  Pff. İngilizce Turist Rehberi

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir