Ülkemizin Güneydoğu Anadolu Bölgesi’ne yani Kadim Kuzey Mezopotamya’ya arkeolojinin ilgisi 200 yıllık bir süreçtir. Bu ilgi bölgede yapılması planlana barajlar nedeni ile 20. Yüzyılda yoğun olarak arkeolojik yüzey araştırmaları ve hızlı kazılara neden olmuştur. Göbeklitepe’nin keşif hikayesi ise direkt olarak bu çalışmalarla bağlantılıdır.

1963 yılında Amerikalı arkeolog Peter Benedict Göbeklitepe’ye ayak basmıştı fakat günümüzde insanlığın gelişim aşamasının en özel yerinde olan Göbeklitepe’nin önemini kavrayamamış ve bir Ortaçağ mezarlık alanı olduğunu düşünmüştü. Kavrayan ise Göbeklitepe buluntularına 1994 yılında Nevali Çori ve diğer Şanlıurfa çevresi arkeolojik alanlardan alışık olan Klaus Schmidt’ti. İlk kez tepeyi görüşünü kitabında şöyle anlatır ‘’Büyük arkeolojik anlamı olan bir yerin önünde olduğumuzu bilmek uyuşuk ruh halimizin birdenbire değişmesine neden olmuştu ve bizler gittikçe artan bir heyecanla yürüyüş tempomuzu hızlandırıyorduk. Kaya yüzeyi binlerce çakmaktaşından oluşmuş bir kilimle örtülü gibiydi. İkindi güneşinin ışınları, kış güneşinin kar örtüsüne yaptığı gibi, çakmaktaşlarının parlamasına neden oluyordu; ama tüm bunlar kesinlikle doğanın tek başına yaptığı bir oyun değildi, insanoğlu da buna yardımcı olmuştu’’

Bulunuşundan itibaren başlayan kazı ve araştırma çalışmaları halen devam eden Göbeklitepe bugün tüm insanlığın ortak kültür alanı olmuş durumda. İnsanlığın gelişim aşamaları ile ilgili bilinmeyen karanlık noktaları aydınlatmakla kalmıyor, yeni buluntuları ile tüm insanlığın ilgisini ve merağını kendi üzerinde tutmaya devam ediyor.

İnsan her daim doğanın, dünyanın, toprağın verdiği ürünlerle yaşamını sürdürmeye devam ediyor. Bu durum Göbeklitepe’yi yapan avcı-toplayıcı insanlar için ne kadar geçerliyse günümüz insanı olan bizler içinde aynı derecede geçerli. Fakat bu avcı-toplayıcı insanlar doğaya sırtını dönmeden, önemini anlayarak yaşamlarını sürdürdüler. Göbeklitepe ise bu önemin dünya üzerindeki en önemli maddi kültür kalıntısı.

Yuvarlak planlı ve terrazo (sıkıştırılmış kireç taşı) tabanlı alan çevresine yerleştirilmiş tonlarca ağırlıktaki  ‘’T Biçimli Dikme’’ sütunlarla oluşturulmuş ‘’Kült Alanları’’ çevrede olan avcı- toplayıcı toplulukların toplanma alanı olarak düzenlenmiş ve yıllar boyunca eklenerek yeni kült alanları yapılmaya devam etmiş. Stilize insan biçimli T dikmeler üzerindeki hayvan tasvirleri ise en fazla ilgi çeken özelliklerin başında geliyor. Genellikle vahşi hayvanlar bu dikmelerin üzerine işlenmiş durumda. Kendisine her şeyi veren, karnını doyuran, nefes almasını sağlayan, susuzluğunu gideren insanın doğayı sembolik olarak kutsaması, doğanın kendi canlılarını işleyerek onu korumasını sağlayacağını düşünmesi isteği Göbeklitepe’nin yapılış amacını da ortaya koymakta.

Yapıların büyüklüğüne, alanların düzenine ve toprak altından çıkan buluntulara bakınca oldukça kalabalık insan topluluklarının burada toplanıp şölen tadında bir maneviyat yaşadıklarını ve doğayı kutsadıklarını, doğaya borçlarını ödediklerini söylemek hiç yanlış olmayacaktır.

Eğer Göbeklitepe’nin bir sırrı var ise tarım ve hayvancılığa geçişin hemen öncesinde mimari çalışmalar yapmış olmak, birlikte hareket etmek, düzenli törensel gelenekler oluşturmak ve uygulamaktır. Bugün yapılan bilimsel çalışmalarda bu soruları yanıtlandırma çalışmalarıdır.

Unesco Dünya  Kültür Mirası Listesi’ne eklenmesi ile birlikte önemli bir ziyaret ve turizm merkezi haline gelen Göbeklitepe, bugün dünyadaki tüm insanların görmek istedikleri yerler listesinin başında yer almakta. Döneminin eşsiz bir toplanma ve kült merkezi olan ören yeri binlerce ziyaretçisi ile tekrar eski şaşasına dönmüş durumda. Buluntularının sergilendiği muhteşem Şanlıurfa Arkeoloji Müzesi’ni de Göbeklitepe’yi tanımak için mutlaka artı bir gezi noktası olarak ekleyerek insanlığın ortak mirası görülmelidir.

Cem Aktan Erdoğdu

Arkeolog Rehber