Türkiye’nin Ege ve Akdeniz kıyılarında yıllardır yapılan ‘Mavi Yolculuk’lar ilkinin 1946 yılında gerçekleştirildiği ve ardından bir gelenek halinde ‘Mavi Anadoluculuk’ felsefesiyle devam ettirildiği yıllardan bugüne turizmin gelişmesiyle oldukça değişti. Bu değişiklik gelişen denizcilik teknolojisinin olumlu etkisinden ziyade, mavi yolculuğa çıkış amacının büyük oranda değişmesi ve neredeyse unutulmasıdır. Aynı koylar yıllardır geziliyor olmasına rağmen bugün oraları gören gözlerin gördükleriyle mavi yolculuğa ismini verenlerin gördüklerinden çok daha farklı ve hep daha azı oldu.
Mart ayında Kars’ta yaptığımız gezi sırasında farklı bir Mavi Yolculuk fikri tekne sahibi ve aynı zamanda kaptanı Eren AKYAR’dan geldi. İlerleyen günlerde tüm dünyada artan salgın Mavi Yolculuğu bu yaz gerçekleştirebileceğimize dair belirsizliklere sebep olsa da temmuz ayının ikinci haftasında Fethiye’de buluşmaya karar verdik.
Amacımız ilk mavi yolcular gibi seyrederken kıyılardaki antik limanları ve gerisindeki antik şehirleri gezmekti. Bir haftalık zaman içinde görülebilecek en fazla antik yerleşimin olduğu bölge Fethiye ve Demre arasıydı. Işık ülkesi Lykia’nın bir bölümünü gezecektik. Bugün Teke yarımadası olarak adlandırılan doğuda Antalya körfezi ve batıda Fethiye körfezi arasında uzanan yarımada, antik dönemde Lykia (Likya) adıyla anılmıştı. Lykia bir federasyonun ismiydi ve 23 kentten oluşan 114 yerleşim alanının temsil edildiği ortak birlikti.
Hitit çivi yazılı tabletlerinde, Mısır, Suriye ve Asur belgelerinde adı ‘LUKKA’ olarak geçen ismin anlamı Luvice ve Hititçe’de ışık, şafak, gün doğumu, ışıldamak, aydınlanmak, parıltıdır.
Ege ve Akdeniz kıyılarını kolonileştiren Grek halkların kendi dillerinde bu ismi ‘LYKİA’ olarak telaffuz etmesiyle günümüze taşınmıştır.
Fethiye körfezinin doğusunda Ölüdeniz bölgesinde bulunan Lebissos-Gemile (Gemiler) adası açıklarında demirlemiş Ela teknesi bizleri bekliyordu. Kışı Montenegro’da geçiren tekne salgının neden olduğu yurtiçi ve yurtdışı seyahat yasaklarının kısmen kaldırılmasıyla yola çıkmış gezimizin başlangıç noktasına varmıştı. ‘Macera’ adını verdikleri teknede buluşan ilk mavi yolcular kadar heyecanlı ve ne tesadüf onlar gibi 9 kişiydik.
İlk günü Gemile adası açıklarında denizle hasret gidermekle geçirdik. Ertesi gün Gemiler plajından aracımızla Lykia’nın önemli şehirlerinden Telmessos’u (Fethiye) ve Levissos’u (Kayaköy) gezmek üzere yola çıktık. Bugünkü Fethiye antik Telmessos’un üzerinde yaşamaya devam ediyor. Lykia bölgesinde antik dönemlerde meydana gelen yıkıcı depremlerin etkisiyle tahrip olan Telmessos’ta yaşam hep süregelmiş. Onarımlar ve Lykia bölgesine gelen farklı halkların yerleşimleriyle şehirler zaman içinde değişmiş, kültürler iç içe girerken eskiye dair birçok izi yok etmiş, önemli bir kısmının üzerinde yaşamaya devam ederek bir kısmını da saklaya gelmiştir. Fethiye gibi eski çağlardan beri devam eden sürekli yerleşimlerin olduğu antik kentlerde arkeolojik kazı yapmak mümkün olmuyor. Bu yüzden bizim de Fethiye’de gezebildiğimiz alanlar kısıtlıydı.
Önceliği bizlere gece ve gündüz doyumsuz seyir zevki yaşatan bir tepeden antik Telmessos’un restorasyonu devam eden tiyatrosunu ve marinasını görmeye ayırdık. Fethiye şehir merkezinde görülebilecek diğer yer ise nekropolis alanıdır. Mezarlık ya da gerçek anlamıyla ‘ölüler şehri’ olan nekropolde bulunan ve tüm Lykia bölgesinde görebileceğimiz anıtsal kaya mezarları ve lahitler bulunuyor.
Telmessos’un eski mezarlık alanı bugün merkez Fethiye’nin bir mahallesidir artık. Kaya mezarlarının altındaki düzlük alanlarda bulunan lahitler bölgesinde evler ve bahçesinde lahit kalıntıları bulunan bir okul yer alıyor. Tüm Lykia bölgesinde benzerlerini görebildiğimiz anıtsal kaya mezarların arasında en ünlüsü ve yakından görülebilecek olanı ‘Amintas’ kaya mezarına kadar çıktık.
Lykia denizinin ve Fethiye körfezinin seyir zevkini yaşarken körfezi antik dönem tekneleriyle hayal ettik. Çok ziyaretçisi olmuştu buraların ve onlardan biri ünlü bir mimar ve arkeolog olan Fransız Charles Texier’di. Padişah fermanıyla gezen Texier bu gezilerini içeren çok önemli kitaplar yazarak çizdiği gravürlerle belgelemiş ve adını Aminthas kaya mezarının ulaşılması pek güç olan bir noktasına yazmıştır. Texier’den önce adını İon tapınağı görünümündeki mezar üzerine yazdıran ‘Hermapias oğlu Aminthas’ın’ ismi ise ancak bilenin yerini gösterdiğinde dikkatlice bakınca görülebilecek kadar silikleşmiş durumda. Kaya mezarı modern zamanlara ulaşamadan soyulmuş olduğundan günümüze ulaşan herhangi bir kalıntısı yok.
Antik dönem ölü gömme geleneklerinden, denizci bir halk olan Lykia’lılardan konuşup şehir merkezine geçtik. Lykia dönemine Karmylessos, Bizans ve mübadeleye dek Levissos diye adlandırılan Kayaköy’e geçmeden teknemize erzak temin etmek gerekiyordu. Bunun için en ideal yer Fethiye’nin balık pazarıydı. Bir tarafını keçi peyniri, bal, zeytinyağı gibi ürünlerin satıldığı dükkanların, diğer tarafını meyhanelerin çevrelediği büyük bir avlusu var balık pazarının. Avlunun bir bölümünde manavlar bulunurken büyükçe bir kısmını meyhanelerin masaları ve ortalarında balıkçı tezgâhları kaplar. Elbette bu avlu da çınarsız ve günlük ağaçsız değildir.
Halikarnas balıkçısı ve arkadaşlarının sahip olduğu imkanların çok ötesinde karşılaştırılamayacak kadar konforlu bir durumdaydık. İstediğimiz her yerden her şeye kolayca ulaşabilecek olmanın verdiği rahatlık, kısıtlı imkanlarla hevesle çıkılan gezilerin tadından bir şey eksiltmedi. Eşyalarımız denk yapılmış, buz kalıplarımız bezlere sarılmış, uyuduğumuz alanlar perdeyle ayrılmış değildi. Ela teknesinin sunduğu rahatlığı olabildiğine kullanıyorduk. Süt ve deniz ürünlerimizi, sebze ve meyvemizi alarak Kayaköy’e yöneldik.
Lozan Barış anlaşmasıyla karar verilen mübadele gereği toplu göçle sakinlerinin Selanik’in yakınındaki bir köye yerleştirilen halkın yerine gelenler, onların bıraktıkları evlerde yaşamayı çeşitli nedenlerden dolayı tercih etmemiş zamanla Muğla ve çevresine, İzmir gibi şehirlere göç etmişler. Gidenler yerleştirildikleri Selanik yakınındaki köye Fethiye’nin Bizans ve Osmanlı dönemindeki ismini ‘Makri’yi vermişlerdi. Yaklaşık 100 yıldır boş olan evler çatısız, kapısız ve penceresiz bir halde duruyor. Beş bini aşkın nüfusu alabilmiş Kayaköy’ün kiliseleri, şapelleri ve sarnıçlarının varlığıyla zamanında ne denli kalabalık ve gelişmiş bir yerleşim yeri olduğundan, karşılıklı zorunlu göçlerin yarattığı travmatik sonuçlarından konuştuk.
İlk günü denizcilere yakışır biçimde St.Nicholas (Noel Baba) adasının kalıntılarını gezip adanın üst noktasındaki fenerin yanında en güzel gün batımlarından birini seyrederek bitirdik. Kayaköy’den tekneye ufak tefek hazırlıklar için dönmüş olmamıza rağmen yanımıza günü uğurlayacak şarabı almayı unutmak bir yana benim haricimde gruptan kimse ne telefonlarını ne de fotoğraf makinelerini almışlardı. Benim telefonumla yapmış olduğum beceriksiz çekimlerin sonucu kalitesiz fotoğraflarla orayı hatırlayacaktık.
Denizcilerin koruyucusu Poseidon, onların zora girdiği her an yanlarında olsun, azgın dalgaları ve fırtınaları dindirsin sakin bir seyir olsun diye vardı ne de olsa ve her denizci sefere çıkmadan Poseidon’a adaklar adardı. Gemile yada üzerindeki kiliselerden dolayı denizcilerin Hristiyanlık sonrası verdiği isimle St.Nicholas adası da antik dönem boyunca sığınılan korunaklı koylardan biriydi. Öyle ya çok tanrılı dönem bitmiş Hristiyanlık yayılmış ve denizcilerin yeni dinde kurtarıcıları Noel Baba olmuştu. Biz adayı gezerken zeytinlerin ve çamın yeşiline denizin mavisine boyandık. Deniz ise Homeros’un tabiriyle şaraba boyandı.
Bulunduğumuz bu koy ve bundan sonrakiler geceleri bizlere sessizliğin şiddetiyle yıldızlar döken manzaralar verecekti.
Bir sonraki gün hedefimiz Kalkan’a ulaşmaktı. Seyir yönümüzde bulunan Kelebekler vadisi ve Kabak koyunda yüzecek sonrasında Kalkan’da demir atacaktık. Kaptan Eren’in o gün denizin bu koylara yaklaşmamıza izin vermediğini söylemesiyle yaklaşık 3 saatlik seyirle Kalkan limanına girdik. Ertesi gün gezeceğimiz Lykia’nın başkentlerinden Patara açıklarından geçerken 2 sene sonra restorasyonu bitmesi planlanan deniz feneriyle meşgul vinçi ve uzun Patara kumsalını gördük.
Lykia’nın küçük yerleşimlerinden biri olan Kalkan, turizmin alabildiğine koşmasından önce küçük bir balıkçı kasabasıymış. Mendireğinin ardındaki küçük ve berrak plajı Kalkan üzerinden karayolu ile geçerken bile etkileyicidir. Batı Torosların sarp yamaçlarıyla şekillendirdiği, Fethiye-Antalya kıyı yolu boyunca kıvrımlar arasında karşınıza çıkıveren girintilerin benzer berraklığı ve beyaz kumları bir anda içine atlama hissi yaşatır. Coğrafya bu kıyılarda ince ve özenli çalışmıştır.
Artymnessos (yukarı Tymnessos) sonrasında Kalamaki ve nihayet Kalkan, Tymnessos’un limanı olarak kullanılmış. Tymnessos Elmalı’dan Kalkan’a inen karayolu üzerinde Köybaşı mevkisinde bulunuyor. Kalkan’da antik yerleşime dair hiçbir kalıntı yok. Bir orta çağ şapeline ve geleneksel yakın dönem sivil mimarlık örneği evlere sahip. Her yeni güne gezeceğimiz yerlerin heyecanıyla başladık. Bugün bir öncekinden daha yoğun bir programı kapsıyordu. Lykia’nın başkentlerinden Patara’yı, Tlos’u, Ksanthos’u ayrıca Letoon’u görmeye Kalkan’dan yola çıktık. Kara yoluyla Fethiye yönüne döndük. Kalkan’ı ardımızda bıraktıktan kısa bir süre sonra deniz görüş alanımızdan çıktı ama bu kez önümüzde bir sera denizi vardı.
Burası Eşen ovası ve günümüzden yaklaşık 2500 yıl öncesinde Persli komutan Harphagos ve Ksanthos’lular şimdi domates yetiştirilen seraların olduğu bu ovada karşı karşıya gelmişler Ksanthos’u yenilgiye uğratmışlardı. Ksanthos’u akşam üstü gezecektik. Gelemiş köyüne saparak Patara antik kentine ulaştık. 2020 Patara yılı ilan edilmişti. Devam eden yoğun arkeolojik kazılar 1988 yılında başlamış olmasına rağmen Patara’yı ilk gezdiğim 1998 yılında görülebilen kalıntıları şehrin girişindeki zafer takı ve sırtını denize dönmüş 5000 kişilik tiyatrosunun üstten 3-5 sıra oturma alanıydı. Tüm akarsuların denize ulaştığı konumda kurulan liman kentlerinin taşınan alüvyonlarla limanlarının bataklığa dönüşmesi kaderini Patara’da yaşamıştı. Bizans döneminde limanın işlevselliğini yitirmesi nedeniyle ekonomi kötüye gitmiş, zamanla terkedilmiş, depremlerle yıkılmış ve rüzgarların Patara kumsalından taşıdığı kumlarla kentin üzeri kapanmıştı.
Roma döneminde MS ilk yüz yıllarda altın çağını yaşamış Lykia birliğinin başkentliğini yapmış olan Patara Roma öncesi ve sonrasında bölgenin en önemli ticaret limanı olmaya devam etmiş. Roma’ya tahıl sevkiyatının yapıldığı kent, Hristiyanlığın gelişmesiyle siyasi üstünlüğünü piskoposluk merkezi olmasıyla güçlenen Myra’ya (Demre) kaptırmıştı. Bu yıl Patara’da bizi bir de sürpriz bekliyordu. Senato binası önüne yerleştirilen deneysel arkeoloji yöntemiyle yapılmış bir antik dönem teknesi.
Abora IV teknesi 2000 yıl öncesinde, Mısır’dan yola çıkıp Karadeniz’i geçerek Tuna nehrine uzanan ticaret hattını kullanan teknelerin replikasıydı. Bolivya’dan getirilen özel kamışlarla Bulgaristan Varna’da yapılan tekne aynı limandan seyre başlayıp son varış limanı olarak İskenderiye planlanmıştı. İskenderiye’ye ulaşmaya gücünün yetmeyeceği anlaşılan teknenin son varış limanı Kaş olmuş ve resmi makamların girişimleriyle dönemin en önemli uluslararası ticaret limanı olan Patara’ya armağan edilmesi sağlanmıştı.
Yakıcı güneş Patara hakkında konuşmak üzere bizi Roma dönemi zafer takının gölgesinde toplanmak zorunda bıraktı. Senato binasını gezip Abora IV teknesini gördük. Tiyatroya restorasyon nedeniyle giremeyip yüzme molası için plaja geçtik. Patara kenti 2 yılda restorasyonu bitmesi planlanan Roma imparatoru Neron’un inşa ettirdiğini üzerine altın harflerle yazdırdığı 26 m yüksekliğindeki deniz fenerini ayağa kalkmış ve ışık saçar halde görmek üzere bizleri tekrar çağırdı.
Patara’dan ayrılıp Saklıkent kanyonunun bulunduğu Akdağların yamaçlarına tırmanmaya başladık. Soğuk suların aktığı restoranlardan birinde öğle yemeği molası vermeye giderken Lykia’nın başkentlerinden biri olmuş Tlos’un içinden geçtik. Gezmeyi yemek sonrasına bıraktık.
Tiyatrosunu görüp hamam yakınlarındaki stadiumuna geçtiğimizde aynı zamanda bir spor kenti olan Tlos’u ve antik dönem olimpiyat oyunlarını, hipodromlarda yapılan yarışlarından söz ederken konu elbette olimpiyat ateşi geleneğine ve Formula yarışlarına dek uzadı.
Daha gezilecek Ksanthos ve Letoon vardı. İşte bir başkente daha ulaşmıştık; Ksanthos. Dikenlerin kapladığı tapınak alanına giremeyip tiyatrosunu, dikme mezar anıtlarını ve agorasında bulunan Likçe dilinde yazıtlı anıtını gördük. Yazıttaki Likçe harfler o kadar tanıdık ki bu 29 harfin birçoğu Latin alfabesinde 3’ü ise Grekçe kullanılmaktadır.
Xanthos kaderini değiştiren iki önemli savaşı Perslilere ve Romalılara karşı vermiş fakat başarılı olamamıştı.
Burada sohbetimizi Anadolu’dan kaçırılan tarihi eserlere, kaçırılma öykülerine, sergilendikleri müzelere ve kaçırılanlara kıyaslanamayacak ölçüde az olan geri alabildiklerimize ayırırken kahraman Xanthos’lu Sarpedon’u da anmalıydık. Anadolulu Trakyalıların Yunanlılara karşı yapmakta oldukları savaşa destek vermek üzere Lykia denizinden açılıp Troya’ya ulaşan Sarpedon gördüğü yılgınlık karşısında Hector’a: ‘’ ben ta uzaktan geldim, anaforlu Xanthos’tan, uzak Lykia’dan. Karımı çocuğumu koydum orada, yoksulların göz dikeceği bir sürü mal mülk koydum. Savaşa sürüyorum Lykia’lıları yine de.Kendim de en öndeyim; işte bak! ‘’ dediğini İzmir’li kör ozan Homeros’un kurgulayıp yazıya geçirdiği İlyada ve Odysseia destanlarından duyarız. Troya savaşında ölen Sarpedon’unun ‘’ kara kanlarından temizleyin bedenini, en güzel kokuları sürüp giydirin kahraman Sarpedon’u ve ülkesi Lykia’ya ulaştırın’’ der Troya kralı Priamos.
Ne ayrıcalıklı mavi yolculuklar yapmışlardı Eyüboğlu kardeşler, Sabahattin Ali, Necati Cumali, Mina Urgan ve daha birçoğu. Hepsinin meziyeti farklı birbirlerine kattıkları eşsizdi. Onlar bunun gibi destanları, savaşları, kahramanlıkları, yenilgileri Cevat Şakir’in, Azra Erhat’ın dilinden dinlemişlerdi.
Günü Letoon’da bitirmeye doğru Xanthos’tan ayrıldık. Patara ve Xanthos arasında bir yerleşim yeri değil tapınak alanıydı Letoon. Üçlü tanrıların Leto, Apollon ve Artemis’in tapınaklarının bulunduğu Letoon Lykia’nın bir nevi hac merkeziydi. Tapınak kalıntıları haricinde en görkemli yapısı Hellenistik dönem tiyatrosu oldukça sağlam bir şekilde durur.
Tekneye döndük. Güneş bizi yormuş olsa da tam da özlediğimiz yorgunluktu. Bunun hayalini ilk kez Kars’ta ayağımızda kar botlarıyla kurmuş ve şimdi gezdiğimiz her yerden nasibini alarak tozlanmış sandaletlerimizin mutluluğunu yaşıyorduk.
Kısa mesafeydi. Kalkan’dan Kaş’a geçmek için aceleci davranmadık. Kaş limana girmeden önce Çukurbağ yarımadasının Meis adasına bakan yönünde demirledik. Antiphellos’un tiyatrosunu da görebildiğimiz bu yerde biraz miskinlik işimize geldi.
Akşam üstü Kaş limandaydık. Güneş yavaş yavaş aşağı inerken Çukurbağ yarımadasına yürümeye başladık. Antiphellos Kaş’ın Lykia dönemindeki ismi. Kalkan gibi o da bir kentin ticaret limanı.
Bu kent karayolu ile Kaş’tan Antalya yönünde dağlık Lykia şehri Phellos. Phellos ‘dağlık/kayalık’ anlamındayken kıyıdaki liman yerleşimine ise ‘kayalık olmayan’ anlamındaki Antiphellos demişler.
Serpil Üstün
Arkeolog Rehber